Üsküplü bir ailenin büyük çocuğu olarak 2 Mayıs 1979 tarihinde İstanbul’da doğdum. Adım Fenerbahçeli Cemil Turan’dan gelir; fanatik bir ailede, doğduğum yıllarda gol kralı olan Cemil Turan’ın ismini alarak başladım hayata… Baba tarafım 1953 Balkan mübadelesinde İstanbul’a, anne tarafım ise 1939 Balkan mübadelesinde Aydın’a yerleşmiş. İlk ve ortaöğrenimimi İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesinde tamamladıktan sonra Fatih Ticaret Meslek Lisesinde Muhasebe Bölümünden mezun oldum. 1993 yılının Kasım ayında Mali Müşavir Recep Yüksel Tasasız’ın yanında başlayan stajım, iş hayatımın da başlangıcı oldu.
Her insanın yaşamında iz bırakan kişiler vardır. Bu anlamda gençlik dönemlerimde rahmetli dedemin üzerimde çok emeği olmuştur. Hayat içerisinde mücadele etmeyi onun ‘zorlu’ hikâyelerini dinleyerek öğrendim. Yaşayan ve konuşan ansiklopedim gibiydi dedem; Atatürk’ü ve ona olan sevgisini dinlediğimiz o yıllardı… Atatürk mavisi gözlerine bakarak dinlediğimiz her anısı, muhteşem bir o kadar değerli öğretilerle doluydu. Dile kolay 38 yıl geçirdik birlikte, hiç ayrılmadık! “Hayatta en büyük korkun nedir?” deseler, O’nu kaybetmek derdim hiç şüphesiz. Rahmet, minnet ve özlemle anıyorum…
Lise yıllarımda SMMM stajından sonra ilk kurumsal deneyimi Peyma-Chr.Hansen şirketinde yaşadım. Bu deneyim, benim sonraki yıllarda devam edeceğim operasyon ve değer zincirinin ilk halkası olacaktı. Daha yolun başındaydım, çalışmak ve okumak zorundaydım. Bu yüzden, Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünü 8 yılda bitirdim. Çünkü o yıllarda hem çalışıp hem de okumalıydım. ‘İktisada riayet etmek’ sözünü bolca duyduğum yıllardı. İçimdeki iyileştirme ve merak duygusu ile çok çalışıp her gün farklı bir şey öğreniyordum. Peynir mayası üreterek süt endüstrisine hizmet eden Danimarka menşeli Chr. Hansen’in Fabrika Müdürü Mehmet Etel’in emeği ve desteğiyle ağabeyliği, babalığı, kurumsal iş hayatını, üretimi, lojistiği, pratik düşünmeyi, çözüm üretmeyi, soğuk zinciri ve operasyona dair her şeyi öğrenip deneyimlemiştim. Dönemin efsane satış ekibi içerisinde Alp Leon, Arzu Yaman, Müge Kuyrukluyıldız, vardı. Askerliğini yapmış, evlenmiş ve sorumlulukları artmış benim için 12 yıl sonra yuvadan uçma vaktiydi.
19 Şubat 2007 tarihinde, Frito-Lay firmasında depo şefi olarak hızlı tüketim sektörüne hızlı bir giriş yaptım ve Frito-Lay’ de deposu olmadan göreve başlayan ilk depo şefi olarak tarihe geçtim. Şu anda Vodafone Stratejik Yetenek Geliştirme İnsan Kaynakları Direktörü Sevil Kayaş Yılmaz (Dönemin insan kaynakları müdürüydü) ve OYAK Renault İnsan Kaynakları Başkanı Tolga Görgülü (Dönemin Operasyon İnsan Kaynakları Kıdemli Müdürüydü) uzun görüşmeler sonunda Frito-Lay hikâyemde beni işe alan kahramanlar olarak hatırlanmaktalar. Saha Lojistik Müdürüm olan değerli ağabeyim Ethem Cenk Özbay’ın öğrencisiydim. İlk görevim depo bulup açmaktı. Planlanandan hızlı biçimde ekibimizi kurduk, depomuzu açtık ve ‘Güneşli Depo Efsanesi’ de böylece başlamış oldu.
Kısa zamanda büyük işler çıkaran Aziz Emre Günel, Ercan Öz ve Hilmi Şimşek liderliğinde ki satış ekibimizle yakaladığımız olağanüstü başarı, kısa zaman içinde adımızdan söz ettirmeye yetmişti. Bu sayede Saha Lojistik Müdürlüğümüzü de almıştık. O dönemde Pepsi ve Frito-Lay, PepsiCo çatısı altında birleşmiş ve bu zorlu görevin başına 16 yıl Amerika’da yaşayan ve PepsiCo Amerika’da görev yapmış değerli büyüğüm Tolgay Nur getirilmişti. Sektördeki başarısı ve tecrübesi ile mükemmel bir yolculuğun başlayacağının seslerini duyar gibiydik. Yalın olmak, stratejik bakış açısı, operasyonel mükemmellik, verimlilik, mükemmel servis, ve tasarruf gibi kavramları hayata geçirmek o dönemdeki hedeflerimiz arasındaydı. Çok iyi bir takım olmuştuk, halen devam eden sıkı dostluklar o dönemde kuruldu; Ertan Alevli, Ethem Cenk Özbay, İsmail Ertunga Durak, Gülcay Güder, Tılsım Demirdöken, Özhan Nuri Özesenli, Suzan Unutulmaz, Merve Arslan, Dilşan İyem, Oya İleri, Didem Çekigil, Burak Bilgin, Osman Dilber, Mesut Ordoubadi, Hakan Sarı, Fatih Ergen ve sahada bizlerle birlikte ter döken binlerce kahraman iş arkadaşlarımız…
Bu sinerji ile kısa sürede hem operasyonel hem de stratejik başarılara imza atmıştık bile… Genel Müdürümüz Ece Aksel’in liderliğinde hızlı tüketim sektöründe insana dokunmayı başarabilen ender kurumlardan biri olan PepsiCo’da, iş hayatımın en güzel ve gurur verici yıllarını yaşadım. Takvimler 2013 yılının mayıs ayını gösteriyordu. ‘Yalın Felsefesi’ temeline dayanan bir projem, İnovasyon ve Değişim alanında Avrupa’nın en iyi projesi seçilmişti. Ödülümü görkemli bir törenle Cenevre’de almıştım. Akabinde Dünya’nın En başarılı Operasyon Yöneticisi (CoC) ödülünü de dönemin CEO’su Indra Nooyi’nin elinden New York’ta almıştım. Rüya gibi geçen bu 10 yıl, sayısız başarılarla taçlanmıştı.
PepsiCo’nun insan odağı konusundaki başarısının arkasında elbette kurumsal kültürün en büyük mimarları olan insan kaynakları ekibi bulunmaktaydı, Özlem Salur, Tolga Görgülü, Sevil Kayaş, İrem Önal ile başlayan ilk yıllar sonrasında Birsen Akgünlü, Gülcay Güder, Alev Bahçeci, Bahar Meriç Atakan, Alper Girgin, Bengi Dikmen, Nurten Doğan ile daha da güçlenmiş ve efsaneler arasındaki yerini almıştı.
 
2016 yılının Aralık ayında Amerikan rüyasını bitirip, Alman disiplinini görmek ve farklı sektörleri de deneyimlemek için B/S/H (Bosch-Siemens) Çerkezköy fabrikasında yepyeni bir hayatın içine girdim. Kapısını araladığım dünya öyle bir yerdi ki; 89 ülkeye ihracat yapıyor, tüm lojistik-nakliye enstrümanlarını fiziki olarak ta kullandığımız depomuzun içinden tren rayları geçiyordu. Bu devasa depolama alanlarının ve beyaz eşya sektörünün dudak uçuklatan hacimlerinde operasyonel hizmetler veren departmanını yöneterek başladım buradaki görevime. Burayı Uğur İşbilen, Gürel Cesur ve Arda Ata liderliğinde ki sevgili ekibimle operasyonel kontrol süreçlerini dizayn edip teknoloji ile donatıyorduk. Kısa sürede büyük işler başaran harika bir ekip olmuştuk. Bu başarılar bana, bölgesel dağıtım ağlarının geliştirilmesi, dizayn edilmesi ve tedarik zinciri lojistik satın alma süreçlerinin sorumluluğunun verilmesini sağladı.
İşimin yanında kendimi geliştirmeyi de ihmal etmiyordum; Bahçeşehir Üniversitesi MBA İşletme Yüksek Lisansımı yapıyor, keyif aldığım Aşçılık ve Gastronomi ön lisans programını okuyordum. Çok geçmeden aynı yıl IAF onaylı Başkent Üniversitesi Eğitim ve Yaşam Koçluğu eğitimlerimi tamamlamış ve sertifikalarımı almıştım. Berlin’de bulunan International Business Management Institute’de İnsan Kaynakları Yönetimi eğitimleri alarak kendime yeni ufuklar kazandırıyordum. Sorumluluklarımız ne kadar büyürse büyüsün, işimizi kolaylaştıracak inovatif adımlar atmayı bir alışkanlık haline getirmiştik. Endüstri 4.0 ile başlayan serüvenimiz, Lojistik 4.0 uygulamaları ile sürüyordu. O dönemlerde endüstri açısından ilk sayılacak işlere imza atıyorduk; drone ile depo saymak, insansız taşıma araçları kullanmak, otomatik araç yükleme sistemlerini hayata geçirmek, solar enerji kullanmak ve daha niceleri…
Ancak teknoloji insana gereksinimi azaltıp işimizi kolaylaştırırken çoğu kişiyi de işsiz bırakıyordu! Bu duygunun ruh dünyamda bıraktığı izler, beni yepyeni bir karar verme sürecine doğru sürükledi adeta. Dingin ve uzun bir yaz tatili sonrası biriken maillerime odaklandım.  Ancak içimde bastıramadığım yüksek sesler bana adeta başka bir yolu işaret ediyordu. Dönemin operasyon direktörü ile görüşerek kendime yeni bir kariyer inşa etmek istediğimi söyledim. 26 yıl boyunca iş hayatında öğrendiğim ahlak gereği, tüm görevleri eksiksiz yıl sonuna kadar tamamlayacağımın teminatını vererek mesaimi noktaladım!
Büyük huzur bulduğum yazlığımızda, eşime aldığım kararı açıkladım. Tabii çok şaşırmıştı ve fazlasıyla üzgündü, boynuma sarılıp ağlamaya başladı! Emine’nin “Peki ne yapacaksın?” sorusuna “Bilmiyorum, tek bildiğim kendime olan inancım, dürüstlüğüm ve çalışkanlığım” demiştim. Yazın düşünceleri de buharlaştırdığı o günlerde umutsuzluk ve belirsizlikte buharlaşıyordu yavaş yavaş.
Hayatın gelgitleri arasında geçen süreçte girişimcilik konusunda değerli ağabeyim İnanç Ayar’ın ‘Bir yaşam felsefesi olarak girişimcilik’ adlı podcast yayınından etkilenerek çıkmıştım. Orada cesaretin karşısında hiçbir gücün duramayacağı ve her şeyin zamanında güzel olacağından bahsediliyordu. İçimde bir kıpırtı hissetmeye başladım, “Şimdi değilse ne zaman?” soruları zihnimi kemirmeye başlamıştı bile. Bu esnada girişimcilik konusunda daha önce acı ve tatlı deneyimler yaşamış kişilerle görüşüyor, yeni bir hayata başlamanın riskleri üzerine istişare ediyordum.
İşte tam da bu noktada, fikirlerine çok değer verdiğim ve öz ağabeyim kadar sevdiğim Haluk Baskıncı’nın, “Bir ayağın gazda diğer ayağın frende bu araba gitmez, gitse de çok yorar. Önün açık gaza bas ve arkana bakmadan git!” demesi fay hattının kırılmasını gerçekleştirdi. Kurumsal hayatımın en güçlü döneminde, rahatsız olduğum bir duygudan dolayı hayatımı değiştirecektim ve bu kararım çevrem tarafından eleştirilmişti. Teknolojinin çalıştığım kurumlara kazandırdığı avantajlar başkaları için dezavantaj oluyordu. Yıllarını mesleğine adamış bu insanlara belki faydam olmayacaktı ama en azından onların çocuklarını bu dönüşüme hazırlayabilirdim. İşte böylesine kutsal niyetlerle çıktım yola. Artık masanın karşı tarafındaydım. Gelecek nesilleri daha iyi yetiştirmek, onları geleceğin aktörleri olmaları yönünde geliştirmek için 26 yılda biriktirdiklerimi paylaşmak üzere İNNOVA Kurumsal Eğitim ve Danışmanlık şirketini kurdum.
Kader, sanki beni doğru yere doğru adeta itiyordu ve karşıma inanılmaz insanlar çıkıyordu. İletişim Uzmanı ve Akademisyen Ömer Terzi ile tanıştım ve hikâyemi anlattım. Gözlerimdeki o yenilikçi ışığı görmüş olacak ki İNNOVA’nın isim babalığını yaptı. Gök biliminde aniden parlayan yıldız anlamına gelen NOVA ve günümüzün en değerli kavramı inovasyonu birleştirerek İNNOVA’ya yaşam verdik. Bütün kurumsal süreçlerimizi tamamlayarak www.innovaegitim.com ‘u hayata geçirdik.

‘Farklı Düşün’ felsefesi ile çıktığımız yolda, yenilikçi eğitimlere yönelerek sektörde iz bırakacak yeni hayatımıza alışmaya çalışıyordum. Kısa sürede yüzlerce kurumsal ziyaret ve binlerce kişiye ulaşarak kararımın ne kadar doğru olduğunu görüyordum. Verdiğimiz eğitimlerimizde kimseyi teorik bilgilerle sıkmıyor, aksine hikâyelerle zenginleştirilmiş deneyimlerimizi aktarıyorduk.  Bu hikâyelerimiz o kadar beğeniliyordu ki, bunun daha geniş kitlelere ulaşması için kalıcı hale getirmek gerektiğine inanıyordum. Bu sebeple, çeyrek asırlık deneyimlerimi damıtarak; Hikâye Anlatıcılığı ‘farklı düşün, farklı anlat kitabımı kaleme aldım. 

Hikâye anlatma sanatı ile iletişim kurmanın sizleri farklı dünyalara nasıl götüreceğine şahit olacaksınız. Bakalım elinizde tuttuğunuz bu kitapla sizin de güzel hikâyeler anlatmanızı sağlayabilecek miyim?


Hikaye Anlatıcılığı: Farklı Düşün Farklı Anlat

Hikâye anlatıcılığı ve hikâyeleştirme… Son zamanlarda bu kavramları oldukça fazla duyar olduk değil mi? Bu kavramlar artık giderek popülerleşiyor, sıklıkla kullanılıyorlar. Uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen hikâye anlatıcıları yeniden kapımızı çalmaya başladı. Ve hatta artık evlere değil sahnelere de konuk oluyorlar. Fakat hikâye anlatıcılığı sadece sahne sanatı olarak değil iş dünyasında da çok değerli bir beceri olarak görülüyor.

Çok büyük şirketler hikâye anlatıcılığı ve hikâyeleştirmenin gücünden yararlanmak istiyor. Microsoft, IBM, Nike gibi dev şirketlerde “Chief Storytelling Officer” veya “Chief Storyteller” gibi pozisyonlar mevcut. Yani “Baş Hikâye Anlatıcısı.”

Hikâye Anlatıcılığı günümüzde yeni anlamlar kazanıyor. Artık hikâye anlatıcılığı dendiğinde sadece anlatıcılık sanatını değil, iş dünyasında aranan bir yetkinliği anlamamız gerekiyor. Bu kitapta hikâye anlatmanın tekniklerini öğrenirken dünyanın en iyi TEDx konuşmacılarının analizlerini de göreceksiniz. İş dünyasında ya da sosyal hayatınızda başarınızı bu kitapla yukarılara taşıyın, hikâyelerinizi etkili anlatın!